Şimdi Dayanışma zamanıdır!
10 ili, milyonlarca insanı etkileyen bir deprem felaketini yaşadık, bu felaketin sonuçlarını yaşıyoruz, daha da yaşayacağız. Bir az önce 284 idi, şu an 912 olarak açıklandı, ama çocuk, kadın ve erkek muhtemelen binlerce insanımızı kaybettik, kaybedeceğiz.
Yüzbinlerce insan, evsiz, barksız, barınaksız, dolayısıyla soğukta, giysisiz ve örtüsüz!
Yüzbinlerce insan aşsız ve susuz!
Bu durum savaştan beter bir haldir!
2023 yılındayız; bu durumlar için oluşturulmuş organizasyonlar var.
Tüm eksiği gediği ile bu organizasyonlar devreye girecektir.
Şimdiye dek bu konudaki duyarlılıklarını bildiğimiz sendikalarımız, meslek odalarımız var.
Eminiz, organize olacaklar ve yine devreye gireceklerdir.
Ve bu işi iyi yaptığını bildiğimiz gönüllü kuruluşlarımız var.
İyi ki varlar ve daha şimdiden çalışmaya başladılar.
Ve SAV olarak biz bir yanımızla araştırma bir yanımızla dayanışma örgütüyüz.
Madem şimdi dayanışma zamanıdır, madem şimdi bizim desteğimize ihtiyacı olduğunu bildiğimiz yüzbinlerimiz var; öncelikle onlarla dayanışmamızı organize edecek ve tüm toplumda oluştuğunu an be an gözlediğimiz dayanışma eğilimi ile birleşecek ve bu eğilimi güçlendireceğiz.
Apaçık bir gerçek var: “Savaştan beter bir hal” bir günde sonlanmaz, bu durum önümüzdeki günlerde ve aylarda devam edecektir.
Öncelikle bir deprem çalışma grubu kuracak ve ilgili tüm çalışmalarımızı bu grup üzerinden yürüteceğiz. Bu grup oluşana kadar, bu çalışmaları Yönetim Kurulumuz üstlenecektir. Bu çalışmaların organizasyonuna katılmak isteyen herkes bu çalışma grubunda yer alabilir.
İkinci olarak, biz organize olana kadar ihtiyaç duyulan malzemelerin gönderimi için TMMOB’nin ve TTB’nin yönlendirdiği birimlerle birlikte hareket edeceğiz.
Organize olduktan sonra, bölgedeki gönüllü kuruluşlardan biri ya da birileri ile harekete geçip onların yönlendirmelerine göre davranacağız.
Gidenlerimize, yaralananlarımıza ve tüm insanlarımızın başına gelenlere elbetteki üzüleceğiz.
Ama üzülmek ile kalmayacak, organize olacak ve dayanışma ile acılarımızı paylaşacak ve azaltacağız.
Saygı ile
SAV YK
YouTube videosunu izlemek için aşağıdaki linki tıklayın:
EKOLOJİ HAREKETLERİ KONFERANSI TUTUM BELGESİ: TÜM VARLIKLAR İÇİN ÖZGÜR VE EŞİT BİR YAŞAMI SAVUNUYORUZ
Bizler, gezegende yaşamış ve yaşamakta olan tüm varlıklarla birlikte insanlığın da binlerce yıllık belleğini, birikimini temsil eden her şeyi sınırsızca tüketmeye, ormansızlaştırmaya, fosil yakıtların ölçüsüz kullanımına ve bunun sonucunda aşırı iklim olaylarına, emeğ in güvencesiz, eşit olmayan yaşama mahkûm edilmesine kadar farklı yüzleriyle yaşadığımız politik saldırılara karşı mücadelenin parçasıyız.
Bugün, tüm dünyadaki ekoloji direnişlerinin on yıllardır biriktirdiği deneyim ve direniş ruhuyla, İstanbul’da, 70’den fazla ekoloji örgütünün çağrısı ve 100’den fazlasının katılımıyla bu tarihsel buluşmayı gerçekleştirdik. Bir çalıştay ve altı webinarı da içeren bir hazırlık sürecinden sonra bu Konferansa katılan bizler, ekolojik yaşamı esas alan bir program ve talepler için bir aradayız. Yaşamımızı, toplumu ve siyaset bu yönde dönüştürmeye kararlıyız.
EKOLOJİK YIKIMIN FAİLİ BELLİ: SERMAYE
Bugün yaşanan ekolojik krizin temel nedeni insanın bir bütün olarak doğayla ilişkisinin niteliğinin dönüşmüş olmasıdır. Kapitalizm insanları da kapsayacak şekilde doğayı metalaştırarak var olabiliyor; ekosistem özel mülk yet kapsamına alınması, yaşam alanlarının çitlenmesi , canlı cansız her varlığın metaya dönüştürülmesine tanık oluyoruz.
Kapitalizm, doğanın ve insanların maruz kaldığı her türlü felaket ve zararlardan yen kazanç kapıları çıkarıyor. Aynı zamanda patriyarkal kapitalizm kadını da doğayı da benzer mekanizmalarla tahakküm altına alıyor. Ekolojik kriz, kitlesel iklim göçlerine neden olan aşırı iklim olayları ve iklimsel değişimlerle toplumları ayrıştırdığı gibi , kadınları bu sürecin sonuçlarıyla daha fazla karşı karşıya bırakıyor -ağır ve karşılığı ödenmeyen bir toplumsal yeniden üretim emeği, üreme haklarının kullanımında belirgin eşitsizlikler, üretimden koparılma, yurt hakkının ihlal gibi.
PANDEMİNİN NEDENİ EKOLOJİK KRİZDİR
Endüstriyel tarım ve hayvancılık, yabanıl yaşam alanlarına müdahale, küresel egzotik hayvan ticarei ve ormansızlaştırma, pandeminin başlıca nedenleridi. Ekolojik tahribatın yılda 9,2 milyon önlenebilir erken ölümüne, COVID 19 pandemisi ile. resmi rakamlara göre 7 milyon, araştırmalara göre 20 milyona varan önlenebilir ölüm daha eklendi. İş cinayetler , sosyal cinayetler bir kırım politikası olarak karşımıza çıktı. Ötekieştirlen tüm topluluklar pandemiden çok daha fazla etkilendi. Sağlık hizmetin üretenler değil, sağlıksızlıktan para kazananlar egemen oldu. Tamamen kadınlara yüklenen yeniden üretim işlevleri pandemiyle daha arttı, kadına yönelik her türlü şiddet artış gösterdi.
TÜRKİYE: İKLİM ADALETSİZLİĞİ DERİNLEŞİYOR, HER YER EKOKIRIM SUÇ MAHALLİ
Türkiye’de iklim kriziyle mücadele gibi bir kaygısı olmayan hükümet, fosil yakıtlara, mega projelere, ekolojik talanlara dayalı politkalarına yakın geçmişte taslağı ortaya çıkan bir İklim Yasası gündemi ekledi. Taslağı hazırlanan İklim Yasası’nda doğal ve kültürel varlıkların, uygarlıkların kentlerle buluşmuş hafızasının, doğanın, biyolojik çeşitliliğin, ekolojik sistemin korunması amacı yok; taslak sorunu “karbon salımının azaltılması” olarak tanımlıyor. Emisyon Ticareti Sistemi’ni de getirerek karbon ticareti yoluyla sermayeye yeni kazanç alanları öngörüyor.
Enerji. politiaları yönüyle ise 2022 sonunda yayınlanan Türkiye Ulusal Enerji planında fosil yakıtlardan çıkmak bir yana, kömüre ve doğalgaza bağlı elektrik kurulu gücünün artırılması, nükleer enerji santralleri kurulması gibi iklim krizini derinleştiren, ekolojik ve sosyal yıkımları artıran öngörüler var.
Türkiye’de bugün gittikçe hızlanan ekokırım politikaları hüküm sürüyor. Tarım alanları maden, enerji, inşaat şirketlerine sunularak yok ediliyor, mera alanları vasıf değişikliğiyle nükleer atık sahası olarak tahsis ediliyor. Doğu Akdeniz’de fosil yakıt aramak üzere yaşanan ekolojik yıkım, eş zamanlı olarak Yunanistan’la Türkiye arasında savaşa bile yol açabilecek bir gerginlik üretiyor. İnşaata dayalı büyüme betonlaşma ve ormansızlaşmayı, kentlerin çölleşmesini beraberinde getiriyor. En çevreci belediyenin bile asfalt dökmekte yarıştığı bir ülkede doğal alanların, koruların, meraların, bostanların korunması yine bir avuç ekolojistin görevi oluyor. Bilimsel ve hukuksal olmayan uygulamalarla kentlerimizde en ufak yağmurlar doğal afete dönüşüyor, kent yaşamı imkânsız hale geliyor. Yaşamsal bir değer olan müştereklerimiz özel mülkiyete dönüştürülüyor.
Hiroşima’nın, Çernobil’in, Fukişima’nın doğada ve insan hayatında yarattığı sonuçlara tanıklık eden dünyada, Ukrayna’da süren savaşın da paniğiyle nükleer santraller bir gecede yenilenebilir enerji kaynağı sayılıyor. Akkuyu ile birlikte Sinop’ta da nükleer santraller radyoaktif atıklarıyla birlikte hayatımıza sokulmaya çalışılıyor. Siyanür havuzları ve cehennem çukurlarıyla Kazdağları’nın altı üstüne getiriliyor. Üçüncü havaalanı, Kanal İstanbul gibi mega suçlarla etrafımız sarıldı. Akbelen ormanı ve Uludağ’a yönelik her saldırı b zlere yapılıyor.
SEÇİMDE TAVRIMIZ EKOLOJİDEN YANADIR
Biz bir avuç zengini doğaya, yoksullara, kadınlara, Kürtlere, LGBTİ+’lara, mültecilere, engellilere yönelik işlediği bu suçlara ortak olmayacağız. Ortak olanları da, olmaya niyet edenleri de biliyoruz, hesap soracağız.
Önümüzdek seçimler, daha öncek seçimlerden farklı olarak Türkiye’de bir rejim tercihi olarak gündeme gelmiş durumda. Yirmi yıllık varlığını ekolojik yıkım ve talanla sürdüren iktidardan kurtulmak için güçlerimizi birleştiriyor ve politik bir özne olarak seçimlerde ortak tutum alıyoruz. Türkiye’yi bekleyen seçimler söz ve karar hakkımızı, irademizi yok sayan kayyım siyasetine, tek adam rejimine ve onun yarattığı ekolojik ve toplumsal yıkıma son verilmesi için bir basamak olarak görüyoruz. Bu seçimde ekolojiyi ve kentleri savunanların, Gezi’de sokağa taşan ve teslim olmayan milyonların iradesi görünür olacak. Savaş yanlısı tüm kesimlerin ekolojik yıkıma katıldığını, doğanın sömürüsünün yeni savaşlara yol açtığını unutmayacağız, unutturmayacağız.
Ancak bizler parlamenter düzenlemelerle ya da AKP’den kurtulmakla ekolojik krizin sönümlenmeyeceğini biliyoruz. O nedenle kentleri, ormanları, dereleri, tüm doğal ve kültürel varlıkları önümüzdeki seçimin ana gündemi yapacağız. Seçim günü en büyük Halkın Katılımı Toplantısı olacak. Programında ekolojiye yer vermeyenler de ekoloji programları yeşil boyamadan ibaret olanları da biliyoruz ve her adımımızda deşifre edeceğiz. Bu konferansta kurduğumuz Çalışma Grubumuz, bütün siyas partilerin ve ittifakların programlarını ekoloji merceğinden inceleyecek ve siyasi parti ve ittifaklara mesafemizi ilan edeceğiz.
Ama bununla yetinmeyeceğiz: Seçimden sonra da tüm ekolojik zarar ya da yıkım içeren müdahaleleri kayıt altına alacak ve ortak olarak müdahale etmemizi sağlayacak mekanizmaları bugünden başlayarak yaratacağız. Yaşam alanlarını geleceğe taşımak isteyenlerle yaşam alanlarını talan edip kâra çevirmek isteyenler arasında bir savaşta olduğumuzun bilinciyle davranacağız.
EKOLOJİ SÖZLEŞMESİ, EKOLOJİK BİR HUKUK VE ANAYASA İÇİN HAREKETE GEÇİYORUZ
Kapitalist büyümeyi hedefleyen, yaşam üzerindeki kararları ve takdiri devlete havale eden her Anayasa yaşamı yok etmeyi meşrulaştırır. Yaşamı özgürleştirmek isteyen bizler, ekoloji hareketleri olarak böyle bir anayasayı müzakere etmiyoruz.
Bolivya, Ekvador, Honduras, Kolombiya, Rojava gibi bir çok ülkede yaşam alanlarına sahip çıkan ekoloji hareketleri ekoloji sözleşmeleri konusunda önemli yol aldılar. Bizler de diğer toplumsal hareketlerle, direnişin toplumsal gücüyle ekoloji sözleşmesini yaşama geçireceğiz. Ana lkelerini direniş alanlarında ve burada tartışmaya açtığımız Ekoloji Sözleşmesi’ni önümüzdeki süreçte detaylandıracağız. Ekoloji Sözleşmemizin ana lkeler şunlar:
EKOLOJİK YAŞAMIN TEMEL İLKELERİ
Bizler şirketlerin ve iktidarların tahakkümüne karşı politik bir mücadele olarak ekoloji mücadelesi veriyoruz.
Talebimz sadece maddi ihtiyaçlarla sınırlı değil; sadece ekmek değil güller de istiyoruz! Yaşamın özgürleşmes sadece çalışma saatlerinin azaltılması, ücretlerin uygun seviyede olmasıyla değil, emek ve onun ürünü üzerinde kontrol sahibi olmakla, güzellikle, yaptığı işten zevk almakla, emek zamanının da özgürleşmesi ile olur.
Aynı zamanda;
Az sayıda zenginin ve büyük şirketlerin hizmetindeki ekonomi, yeniden halkın ihtiyaçlarının hizmetine verilmeli; insani aktiviteler yaratıcılık ve zevk alınan faaliyetlere yöneltilerek, yıkıcı ekonomik büyüme sınırlanmalı. Paranın iktidarına karşı dayanışma temell ekonomik modeller güçlendirilmeli.
Kapitalizm tarafından kuşatılmış olan ve ekolojik yıkımların görünen nedenler olarak öne çıkan bilim ve teknoloj kapitalizmin güdümünden, üniversitelerimiz sermayenin güdümünden, bilim doğa talanını meşrulaştırma ve yeniden yaratma işlevinden kurtarılmalı.
Ormanları, sucul ekosistemleri yok eden, insanı ve doğayı zehirleyen endüstrilerin hiç bir şekline ekolojik yaşamda yer olmayacak.
Sadece ve sadece “gerekli” nesnelerin üretimi için doğayla barışık şartlarda enerji üretimi ve tüketim olmalı.
Bizler, rant tarafından teslim alınan; müşterekleri, doğal alanları, doğal ve kültürel varlıkları yağmalanan kentlerimizi, yaşamımızı geri kazanacağız; doğanın kente girmesini, kültürel yaşantının canlanmasını ve ücretsiz kamu hizmetlerin kentleşme politikalarının merkezine alacağız.
Barınma hakkını insan dahil bütün canlıların yurt edinme ve istediği çevrede engelsiz yaşama hakkı olarak görüyoruz. İnsanın dokunabidiği insanlar, ayağını bastığı toprak, içtiği su, soluduğu havanın bulunduğu yaşama alanını, yani yuvasını savunma hakkını savunacağız. Hiç bir gerekçeyle zorla yerinden edilmelere izin vermeyeceğiz. Ranta değil barınma hakkına dayalı konut politikaları geliştireceğiz.
Bizler, bütün bunların ayrılmaz bir parçası olarak; savaş ve güvenlik gerekçesiyle ekolojik dengeyi bozacak siyasi kararlara, ekosistem katliamları, yerel halkın yaşam alanlarından sürülmesine karşı mücadele vereceğiz. Antimilitarist mücadeleyi büyüteceğiz. Barış içinde bir gelecek istiyoruz.
İnsan türü dışındaki tüm canlıların da kendi iyi oluşlarını sağlayacak koşullarda büyüme ve yaşama hakları vardır. Türleri, biyoçeşitliliği korumak için doğal varlıkları hak sahibi birer özne olarak tanıyacağız.
SONUÇ: HEP BİRLİKTE DEĞİŞTİRECEĞİZ, HEP BİRLİKTE ÖZGÜRLEŞECEĞİZ
Mücadelemiz, yaşanan ekolojik yıkımlara karşı savunmanın ötesinde, bunlara neden olan kapitalist sisteme son verme mücadelesidir. Bu nedenle güç olma, sahip olma, fethetme politikaları olmadan doğayla birlikte yaşamanın yen yollarını üreterek, yaşamı özgür kılacak, ihtiyaç için üretecek, biyoçeşitliliği, yaşam döngüsünü ve yaşam alanlarını koruyacak, yadigâr tohumlara dayanan agroekoloji temelli, hayvanların metalaştırılıp sömürülmediği, somut olmayan kültürel mirasın korunduğu, EKOKIRIMIN, CİNSKIRIMIN VE İŞÇİ KIRIMININ OLMADIĞI BAŞKA BİR YAŞAMI örmenin zorunlu hale geldiğini biliyoruz.
Bizler tarlalarımızda özgürce çalışmak, çocuklarımıza güzel bir gelecek hazırlamak, emeğimizin karşılığını almak, fikirlerimizi özgürce dile getirmek istiyoruz. Adalet istiyoruz. Bir varlığın başka bir varlığa baskı kurmadığı bir yaşam istiyoruz. İnsansızlaştırılan köylerimizde yaşamı yeniden kurmaya, kendi kendine yeten, sağlıklı hayatı yeniden oluşturmaya çalışıyoruz. Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan bir hayat istiyoruz.
Bu Tutum Belgesi aynı zamanda bir eylem çağrısıdır. Ekolojik yıkımın konferans salonlarında veya müzakerelerde durdurulamayacağını biliyoruz: Yalnızca kitlesel eylemler ve yerelden genele uzanan ortak örgütlenmeler değişim sağlayabilir. Konferansımıza katılan direnişçilerinn dediği gibi; “doğayı sömürenlerle emeği sömürenler aynı”. Bizler ekoloji hareketleri olarak sermayenin ve devletin saldırılarına karşı tüm mücadeleler birlikte yürümeye, tüm varlıklar için eşit ve özgür bir yaşamı birlikte inşa etmeye çağırıyoruz. Yerel direnişleri birleştirerek bu sistemden çıkabiliriz. Suyun sermaye birikimnden kurtarılması, nehirlerin özgür akmasıiçin, emeğin kurtuluşu için bir araya geleceğiz. Benden çıkıp, biz olacağız. Genç kuşaklara da bu ekoloj mücadelesinn coşku ve kararlılığını yansıtacağız.
***
Üç beş ağaç uğruna birlikte mücadele ettiğimiz Gezi’de birbşrimize sarılırken, korku ve baskı hegemonyasının parmaklıklarını aralayıp, içinden geçtiğimiz ışıklı aralık”a, onun yaratılmasında kol kola verdiğimiz ve cezaevinden bizleri selamlayan dostlarımız Vahap, Gönül, Mücella, Çiğdem, Mine, Tayfun ve Can’ın içinde olduğu tüm ekoloji ve yaşam savunucularına selam olsun. “Yaşamın özgürlüğüdür hem derdimiz, hem kararımız”.
Yaşasın tüm varlıkların özgür, eşit ve şenlikli yaşam hakkı!
Birlikte kazanacağız.
Yine 13 Aralık!
Erdal 42 yıl önce bugün, bu ülkede çokça yaşanan terörün, zulmün ve hukuksuzluğun temsilcileri tarafından idam sehpasında katledildi. Terörün, zulmün ve hukuksuzluğun bekçileri onu yok ettiklerini sanıyorlardı ama yanıldılar; bugün kendileri lanetlenirken O geçen 42 yıl içinde halk tarafından ölümsüzleştirildi. O artık dönemin terörünü, zulmünü ve hukuksuzluğunu, döneminin egemenlerini lanetlemek için ilk akla gelen isimdir, bir simgedir.
Ama bu kadar değil, Erdal aynı zamanda, yoldaşlarına, inançlarına, devrime ve geleceğe bağlılığın, umudun bayraklarından biridir.
Bugün ülkenin dört bir köşesinde hatta dünyada güzel insanlar bir araya gelecek Onun şahsında egemenlerin terörünü, zulmünü ve hukuksuzluğunu lanetleyecek, onun taşıdığı değerlerin bayraklarını yükseltecek!
Şan olsun Ona!
Erdal'ın adı Sinan'ın ve Ercan'ın adından ayrılamaz!
Şan olsun Onlara!
Aynı terör döneminde, Erdal ile birlikte değişik tarihlerde 17 devrimci daha idam sehpasında katledilmişti. Tümü genç fidanlardı ve tümü gökten ışık yontmaya çabalardı.
Ve ne onur ki; istisnasız tümü, devrime ve geleceğe olan inançlarını haykırarak gittiler.
Tümünü saygıyla anıyoruz!
SAV YK
Not 1: Erdal için ne yapılsa azdır. SAV olarak, Oğlunuz Erdal belgeselini yaptık ve ülkemizin devrimci birikimine armağan olarak kattık. Ve ikinci olarak Erdal Eren Kitaplığı Darbeler Özel Bölümünü yine kolektif emek ile araştırmacıların kullanımına sunduk. Dileriz, yaşadığımız karanlığın dağılmasına, gökten ışık yağmasına katkısı olur.
Not 2: Oğlunuz Erdal belgeseli, SAV'ın savakademi.org adresindeki web sitesinden izlenebilir.
Not 3: Erdal dahil 12 Eylül döneminde idam sehpasında katledilen devrimcilerin isimleri
Necdet Adalı, 7 Ekim 1980 Ankara
Serdar Soyergin, 25 Ekim 1980 Adana
Erdal Eren, 13 Aralık 1980 Ankara
Veysel Güney, 10 Haziran 1981 Gaziantep
Ahmet Saner, 25 Haziran 1981 İstanbul
Kadir Tandoğan, 25 Haziran 1981 İstanbul
Mustafa Özenç, 20 Ağustos 1981 Adana
Seyit Konuk , 13 Mart 1982 İzmir
İbrahim Ethem, 13 Mart 1982 İzmir
Necati Vardar, 13 Mart 1982 İzmir
Ali Aktaş, 23 Ocak 1983 Adana
Ramazan Yukarıgöz, 29 Ocak 1983 İzmit
Ömer Yazgan, 29 Ocak 1983 İzmit
Erdoğan Yazgan, 29 Ocak 1983 İzmit
Mehmet Kambur, 29 Ocak 1983 İzmit
Levon Ekmekciyan 29 Ocak 1983 Ankaraİlyas Has, 6 Ekim 1984 İzmir
Hıdır Aslan, 24 Ekim 1984 Burdur
Robotlar İşimizi Elimizden Alacak mı? Teknoloji Emek, Gelecek Teknolojik yenilikler ve otomasyon toplam istihdamda bir azalmaya yol açma eğiliminde mi, değil mi? Çalışma ya da “işin sonu”na mı geldik? Teknolojik gelişmeler sonucunda işçi sınıfı küçülen ve giderek marjinal hale gelen bir toplumsal kategori midir? Bu sorulara verilecek yanıtlar sadece istatistiksel bir gösterge olmanın ötesinde, son yarım yüzyıldır emeğin ve işin önemini yitirdiği, kapitalizmin temel çelişkilerinin silikleştiği, sınıf ve sınıf mücadelesi gibi kavram ve olguların çağdışı hale geldiği biçimindeki iddiaların temelinde yatan varsayımların analizi için elzemdir. |
YouTube videosunu izlemek için aşağıdaki linki tıklayın:
(1318) Robotlar İşimizi Elimizden Alacak mı? - Arif Koşar - YouTube
ANAYASA SORUNU
Karl Marx & Ferdinand Lassalle
|
EKREM EKŞİ ANILIYOR
‘Ekrem’in Arkadaşları’, 1980’in gençlik ve İTÜ mücadelesinden Gezi’ye uzanan dayanışma ruhuyla Ekrem”i Mimarlar Odası Büyükkent Şubesinde (Karaköy) süren Adalet Nöbetinde anıyor, Gezi tutuklularını selamlıyorlar.
Anma etkinlikleri SAV'ın desteği ile Ekrem Ekşi'nin dönem arkadaşları ve Emek Gençliği tarafından düzenleniyor.
Prof. Dr. Şebnem Oğuz, 3 Temmuz Pazar günü HDP 5. Olağan Kongresi’nde deklare edilen Danışma Kurulu’nda ismi yer aldığı için hiç vakit geçirilmeksizin, hemen ertesi gün, yani 4 Temmuz Pazartesi günü öğle saatlerinde Başkent Üniversitesi Rektörlüğü tarafından mesai bitiminden önce istifa dilekçesini yazmaya zorlanmıştır. Süreç, bizzat Şebnem Oğuz tarafından kamuoyuna ayrıntısı ile açıklanmıştır.
Günümüzde, ülkemizde derin bir ekonomik kriz yaşanmaktadır; bu krizin oluşum ve gelişiminde ülkemiz egemenlerinin bilim dışı ekonomi politikalarının payının çok yüksek olduğu egemenlerimiz dışında hemen herkes tarafından kabul edilmektedir. Gerçekten, iktidara ve olanaklarına yaslananlar, tüm emekçi sınıf ve tabakaların emeğini, terini ve kanını paraya tahvil edenler dışında tüm halk sınıf ve tabakaları bırakınız geleceğinin derdine düşmeyi, geçirebildiği her günü kardan saymaktadır. Ve çoktan beridir, bu ülkede iktidar dışındakiler için hukukun, adaletin ve demokrasinin, demokratik hak ve özgürlüklerin olmadığı yine iktidar dışında kalan herkes tarafından ifade edilmektedir.
Bilimsizlik ya da bilime düşmanlık, hukuksuzluk, adaletsizlik, demokrasisizlik ve hak ve özgürlüklerin keyfi biçimde gaspı! İktidarın kendi geleceğini güvence altına alabilmek için “içte” tercih ettiği yol budur!
Ve Şebnem Oğuz’un payına da bu karanlık ve baskıcı iklimde “Gün siyaset yapma günü!” diyerek kendi görüşleri doğrultusunda “doğru” gördüğü yerde siyasete atılması nedeniyle, başka bir deyişle anayasal ve yasal güvence altındaki haklarını kullanması nedeniyle emekliliğe zorlanmak düşmüştür.
Ve canı yakıcı olan, üzüntüyü arttıran bu zorlamanın doğrudan iktidarın siyasi mekanizmaları üzerinden değil, onlarca yıl emek verdiği en geniş anlamıyla “Akademi” üzerinden gelmesidir. Ki o Akademi, bilimin üretildiği ve öğretildiği merkezdir. Ve o akademi – ne onur ki – bilimi üretme ve öğretme işlevinin yanı sıra, öğrencisi ile akademisyeni ile, ülkemizde ve dünyada karanlığa karşı aydınlığı, baskıya karşı özgürlüğü savunan kurum olmuştur. Diğer yandan tüm baskıcı iktidarlar, Akademi’yi zapturapt altına almanın, bu kurumların geleceğini kendi iktidarlarının geleceği ile birleştirmenin yolunu aramışlar ve bu kurumlarda kendilerine bağlı yönetimler yaratmanın peşine düşmüşlerdir.
Ve gerçekten, günler çeşitli akademik birimlerdeki yöneticilerin bu yönde aldığı kararların ve uygulamaların haberleri ile gelmektedir. Boğaziçi Üniversitesi idaresi, sadece akademisyenleri ile uğraşmakla yetinmemekte, mezunlarının kartlarını, ODTÜ idaresi, adından bile korktukları “Devrim” stadyumundaki diploma törenini iptal etmekte, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi dekanı, diploma töreninde konuşma yapan genç doktorun konuşmasına müdahale etmektedir.
Bu akademik ünvanlı idarecilere bir hatırlatma yapmak gerekir: Bu ülke, kendisi gibi olmayanı ve günün iktidarına itaat etmeyeni tasfiye etme yöntemini ilk kez yaşamamaktadır. Ama, ne 1947 tasfiyeleri, ne 1960’ın 147 akademisyeni tasfiye etmesi, ne 12 Mart’ın akademisyen tutuklamaları, ne 12 Eylül’ün 1402’likleri ne de günümüz iktidarının 11 Kanun Hükmünde Kararname ile öncekilerin tümünün toplamını kat be kat aşan 6000’e yakın akademisyeni tasfiye etmesi, tasfiyecilerin amaçlarına ulaşmasına yetmemiştir. Ve iktidar dönemleri bitince, akademik ünvanları ne olursa olsun tüm tasfiyeciler kötü ünle anılmışlar, tarihin sayfalarına bu kötü ünleriyle geçmişlerdir.
Ama bu yaşananlar madalyonun sadece bir yanıdır: Madalyonun diğer yanında Akademi içinde ya da dışında tüm birikimlerini, tüm emeklerini yeni bir dünyanın köşe taşlarını oluşturmak ve döşemek için harcayan akademisyenlerimiz vardır.
Aynı zamanda Sosyal Araştırmalar Vakfı üyesi olan Şebnem Oğuz bu cüretkar, bu cesur yürekli ve yaydığı ışıkla insanlığın yolunu aydınlatan güzel insanlarımızdan biridir.
Onlar, kendi kişisel geleceklerini düşünmeksizin, gerekli olduğunu düşündüğünde üzerilerine düşenlerini yapıyorlar. Ve bu tavırları ile de örnek oluyorlar.
Onlar bizim akademi kökenli cüretkarlarımız, akademi kökenli cesur yüreklerimiz!
Bu ülkenin ve yaşadığımız bu ihtiyar gezegenin mücadele tarihi, bu cüretkarları, cesur yürekleri herkese öğretir ve onlara gıpta ettirir.
Ve bu cesur yüreklerimizi üreten bir kaynak vardır, bu kaynak öyle az ya da çok tahribatla kurumaz. Bazen kuru çöl sayılabilecek bir yerden, bazen mümbit bir araziden hiç beklenmedik bir anda fışkırır ve ışığını saçar!
Şimdi bir cesur yüreğimizi daha selamlıyoruz!
Selam olsun tüm cesur yüreklerimize!
Selam olsun Şebnem Oğuz’a!
Şan olsun Şebnem Oğuz’a!
Ve dost düşman herkes bilsin ki, her koşulda Şebnem Oğuz ile ve tüm cesur yüreklerimizle dayanışma içinde olacağız ve onları hep başımızın üzerinde taşıyacağız.
Sosyal Araştırmalar Vakfı
Yaşam ortamlarımız hızla değişiyor , sözlerimiz kendi iklimini arıyor. Arama buluşmasının ilkini okudukça katman katman mekan-tarih, hüzün(Thatanos) -aşkı (Eros) Lal Laleş’in “Nora istanbul bir hiçtir” Üzerinden yapacağız.
SAV’ın 11. Genel Kurulu 14 Mayıs 2022 tarihinde Vakıf Genel Merkezinde çoğunluksuz olarak aşağıdaki gündemle toplandı.
- Açılış
- Saygı duruşu
- Divan başkanı ve divan üyelerinin seçimi
- Yönetim kurulu başkanının ve davetlilerin konuşmaları
- Çalışma ve mali raporun yönetim kurulu tarafından okunması
- Denetleme kurulu raporunun okunması
- Raporlar üzerine görüşlerin alınması ve yönetim kurulunun aklanması
- Yeni genel kurul üyeliklerinin görüşülmesi ve onaylanması
- Yönetmeliklerin görüşülmesi ve onaylanması
- 2022 ve 2024 yılı aidatlarının tartışılması ve onaylanması
- Yeni dönem çalışma programı taslağının tartışılması
- Yeni yönetim kurulu ve denetleme kurulu adaylarının belirlenmesi, seçimi
- Dilekler ve öneriler
- Kapanış